Posts Tagged ‘bülbül’

Divaneydim

Cuma, Haziran 22nd, 2012



DİVANEYDİM

Divaneydim, viraneydim senden evvel.
Taşım deprem, başım yangın, yaşımsa sel.
Ey ömre bedel, seni sevmek ne güzel!
Şimdi dünyamı yeniden kurmaya gel…

Sen bir gül, ağlamaya utanır bulut
Sen yeter ki sev; güneş, dağıtır umut
Bugün aşkı sıcak tut, gerçeği unut
İmkansızı tek kurşunla vurmaya gel…

Bitti hazânlar, şimdi baharda gönül
Dilimizde lale, elimizde sümbül
Sev ki kıskansın Mecnun, çatlasın bülbül
Aşk ateşinle gülü kavurmaya gel…

Tutul dünya, tutulmuşum ben ya; aşk hür!
Sevgi özgür, nefreti uzaklara sür.
Vuslatı sula, ayrılığa vur mühür.
Senden kalan gülleri savurmaya gel

Mehmet Akif Ersoy Şiirleri ve Tarihleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Mehmet Akif Ersoy Tüm Şiirleri
Mehmet Akif Ersoy Eserleri
Mehmet Akif Ersoy Edebi Kişiliği ve Eserleri

Âtiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak…

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:
Ey dipdiri meyyit, “İki el bir baş içindir.”
Davransana… Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?
Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!
Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.
Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!
Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!
Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın
Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;
Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar
Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez…
En korkulu câni gibi ye’sin yüzü gülmez!
Mâdâm ki alçaklığı bir, ye’s ile sirkin;
Mâdâm ki ondan daha mel’un daha çirkin
Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,
Nevmid olarak rahmet-i mev’ûd-u Hudâ’dan,
Hüsrâna rıza verme… Çalış… Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!

Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş…
Sesler de: “Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş!”
Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
Tek kol da yapışsam demiyor bir tarafından!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…
Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.
Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!
Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!
‘İş bitti… Sebâtın sonu yoktur!’ deme, yılma.
Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.

Bayram

Gelin de bayramı Fatih’te seyredin, zira
Hayale, hatıra sığmaz o herc ü merc-i safa,
Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan
Tutun da, ta dedemiz demlerinden arta kalan,
Asırlar ölçüsü boy boy asali nesle kadar,
Büyük küçük bütün efrad-i belde, hepsi de var!
Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar,
İçinde darbuka, teflerle zilli şakşaklar,
Biraz gidin; Kocaman bir çadır… önünde bütün,
Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için
Nöbetle bekleşiyorlar; acep içinde ne var?
“Caponya’dan gelen insan suratlı bir canavar!”
Geçin: sırayla çadırlar, önünde her birinin.
Diyor: “Kuzum, girecek varsa durmasın girsin.”
Bağırmadan sesi bitmiş ayaklı bir ilan,
“Alın gözüm buna derler…” sedası her yandan.
Alettirikçilerin keyfi pek yolunda hele:
Gelen yapışmada bir, mutlaka o saplı tele,
Terazilerden adam eksik olmuyor; birisi
İnince binmede artık onun da hemşerisi:
“Hak okka çünki bu kantar… Frenk icadı gıram
Değil! Diremleri dörtyüz, hesapta şaşmaz adam.”
“Muhallebim ne de kaymak!
“Şifalıdır macun!”
“Simit mi istedin ağa!” “Yokmuş onluğun, dursun.”
O başta: Kuşkunu kopmuş eğerli düldüller
Bu başta: Paldimi düşmüş semerli bülbüller
Baloncular, hacıyatmazlar, fırıldaklar,
Horoz şekerleri, civ civ öten oyuncaklar;
Sağında atlıkarınca, solunda tahtırevan
Önünde bir sürü çekçek, tepende çifte kolan
Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer…
Ferag-ı bal ile birden geviş getirmedeler,
Koşan, gezen, oturan, maniler düzüp çağıran.
Davullu zurnalı “dans” eyliyen, coşup bağıran,
Bu kainat-i sürurun içinde gezdikçe,
Çocukların tarafındaydı en çok eğlence,
Güzelce süslenerek dest-i naz-ı maderle,
Birer çiçek gibi nevvar olan bebeklerle
Gelirdi safha-i mevvac-i iyde başka hayat…
Bütün sürur u setaretti gördüğüm harekat,
Onar parayla biraz sallandırdılar… derken,
Dururdu “Yandı!” sadasıyle türküler birden,
– Ayol, demin daha yanmıştı a! Herif sen de,
– Peki kızım, azıcık fazla sallarım ben de.

“Deniz dalgasız olmaz
Gönül sevdasız olmaz
Yari güzel olanın
Başı belasız olmaz!
Haydindi mini mini maşallah
Kavuşuruz inşallah…”

Fakat bu levha-i handana karşı, pek yaşlı,
Bir ihtiyar kadının koltuğunda gür kaşlı,
Uzunca saçlı güzel bir kız ağlayıp duruyor.
Gelen geçen “Bu niçin ağlıyor?” deyip soruyor.
– Yetim ayol… Bana evlat belasıdır bu acı
Çocuk değil mi, ‘salıncak’ diyor…
– Salıncakçı!
Kuzum, biraz da bu binsin… Ne var sevabına say…
Yetim sevindirenin ömrü çok olur…
– Hay hay!
Hemen o kız da salıncakçının mürüvvetine
Katıldı ağlamıyan kızların setaretine.

Bir Gece

Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!
Neden görecekler, göremezlerdi tabii;
Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerede, mamure-I dünya, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin.
Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma’sum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi;
Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi!
Alemlere rahmetti evet şer-i mübini,
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sahipse, O’nun vergisidir hep;
Medyun ona cemiyyet-i, medyun O’na ferdi.
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

Bülbül

Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım:
Nihayet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.

Şehirden çıkmak isterken sular zaten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı.

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl…
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.

Muhitin hali “insaniyet”in timsalidir sandım;
Dönüp maziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryad.

O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vadiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.

Ne muhrik nağmeler, ya Rab, ne mevcamevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güya Sur-ı mahşerdi!

-Eşin var âşiyanın var, baharın var ki beklerdin.
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?

O zümrüt tahta kondun, bir semavi saltanat kurdun,
Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!

Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen!

Hazansız bir zemin isterse, şayet ruh-ı serbâzın,
Ufuklar, bu’d-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın.

Değil bir kayda, sığmazsın kanatlandın mı eb’ada
Hayatın en muhayyel gayedir âhrara dünyada.

Neden öyleyse matemlerle eyyâmın perişandır,
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşandır?

Hayır matem senin hakkın değil, matem benim hakkım;
Asırlar var ki aydınlık nedir hiç bilmez afakım.

Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda
Bugün bir hanumansız serseriyim öz diyarımda.

Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Seraba Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!

Hayalimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
Salahaddin-i Eyyubi’lerin, Fatih’lerin yurdu.

Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde Osman’ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!

Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâb olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden Yıldırım Hân’ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri Orhan’ın!

Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!

Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!

Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem…
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

Çanakkale Şehidlerine

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

– Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela…
Hani tauna da zuldür bu rezil istila…

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı! hayasızcasına,

Maske yırtılmasa halâ bize affetti o yüz…
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.

Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bu göğüslerse Huda’nın ebedi serhaddi;
“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.

Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab…
Seni ancak ebediyetler eder istiab.

“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran…
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın… Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat…

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

Yahya Kemal Beyatlı Ünlü Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Yahya Kemal Beyatlı Şiirleri

Yahya Kemal Beyatlı en güzel şiirleri

Bir Başka Tepeden

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

Rindlerin Akşamı

Dönülmez akşamın ufkundayız.Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.

Rindlerin Ölümü

Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar;her gece bir bülbül öter.

Sessiz Gemi

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

Arnavut Atasözleri

Pazar, Haziran 17th, 2012

Arnavut Atasözleri

Tugbam sitesinde en güzel Arnavut Atasözleri sizler için hazırlandı
. Buyurun Kısa Arnavut Atasözleri
Arnavutluk Atasözleri
Yabancı Atasözleri

Borç verirken ya paranı, ya dostunu kaybedersin.

Çabuk gelen kötü şans, geç gelen iyi şanstan iyidir.

Akıl insanın külahında bir çividir.Yumruk yemeden içeri girmez.

Akıllı başta aptal saçın işi ne?

Araba kırılınca yol gösteren çok olur.

Dilinden bülbül, kalbinden katil.

Fareye aslan nedir demişler, kediyi göstermiş.

Kasabı sormadan hesabı yapma.

Özbekistan Atasözleri

Pazar, Haziran 17th, 2012

Özbekistan Atasözleri

Tugbam sitesinde en güzel Özbekistan Atasözleri sizler için hazırlandı
. Buyurun Kısa Özbekistan Atasözleri

Ünlü Türk Atasözleri
Özbekistan Atasözleri
Özbek Atasözleri

Akıllı kişi atını, ahmak karısını över.

Akıllının atı da yorulmaz, giysisi de eskimez.

Aç kurt, hızlı koşarak gelir.

Acele etmeyen, tavşana yetişir.

At alırsan, binip al, evleneceksen kadını görüp al.

At yaşlanırsa, deliye düşer.

Bal tutan parmağını yalar.

Can çıkadı, huy çıkmadı.

Boş çuval dik durmaz.

Büyük ye, büyük söyleme.

Dağ dağa kavuşmaz, adam adama kavuşur.

Bağa bülbül, adama akıl yakışır.

Hasret Mesajları

Pazar, Haziran 17th, 2012

Hasret Mesajları

Tugbam sitesinde en güzel Hasret Mesajları sizler için hazırlandı
. Buyurun Hasret Mesajları

Gül Gül demiş bülbül güle Gül gülmedi gitti Bülbül güle,gül bülbüle yar olmadı gitti

Gelecekse beklenen beklemek güzeldir….Özleyecekse özlenen özlemek güzeldir….Sevecekse sevilen:İŞTE O HERŞEYE BEDELDİR……

Dünyada Güneşin doğmadığından Ateşin yakmadığından Suyun akmadığından Şüphe et ama… Benim Aşkımdan ASLA…BEBEĞİM.

ÖZLEMİN VAR ŞU GÖZYAŞLARIMIN SUSKUNLUGUNDA YÜREĞİMDE KAHREDİCİ BİR YANLIZLIK ELLERİMİ AÇMIŞ DUA EDİYORUM ALLAHA SANA OLAN TERTEMİZ DUYGULARIMIN SONSUZLUĞUNDA SENİ ÇOK ÖZLÜYORUM BİTANESİ

sen hiç ölümün gölgesinde ölümü yaşadın mı bir garibin elinden tutupta ölüme rest çektin mi sen cilalı parlak yerlerde gezerken ben parçalanmış vucudumla hapishane köşelerinde güneşin doğuşunu bekliyordum….

Bak Arkadaş Seviyorsan Şunları Bil… Uzaktır Gidemessin Yakındır İstediğini Yapamazssın Güzeldir Erişilmezdir Sevdalısındır Dürüstçe Anlamazdır Tek İstediğin Yalnız Kalmaktır Onu Bile Çok Görürler Seni Anlamazlar Sen Bence Ne Yap Biliyormusun Arkadaş Yeterki Sev Tek Taraflı Olsa Bile Ebedi Sev Sevki Güller Utansın Kuşlar Kıskansın Ama Onu sev…

Hatırlamak gönül dağındaki gül kadar güzel ise , unutulmak hüzün dağındaki diken kadar acıdır.

Eğer Canın Sıkılıyorsa Gece Her Zamankinden Karanlık Gözüküyorsa Gökyüzüne Bak Ve Sabahı Düşün Inan Sabahı Bekleyen Tek Sen Olmayacaksın

Bir Anımsın Okuyupta Bitiremediğim, Bir özlemsin Yalvarıpta Hükmedemediğim, Bir Sen Sensin Merhaba Deyipte Elveda Diyemediğim, Bir Tek Bildiğim Var Sensiz Ben Hiiiçiiimmm

Yalnızlık Ne Mavi Derinlikleri Olan Denizlerde Nede Sıcak çöllerde Olmaktır, Yanlızlık Bu şehirde Seni Arayıpta Bulamamaktır

Neden Bu Kadar Zor Seni Sevmek Ve Bulamamak Dokunmak Istedikçe Uzaklaşmak Düşündükçe Unutmak Neden Bu Kadar Zor Seni Sevdiğim Halde Söyleyememek Hep Birşeyler Gizlemek Sana Sahip Olacağım Yerde Seni Kaybetmek

Bir Karanlik Geliyor Yokluğunun Ardından. Ne Zaman Güne$ Batsa Bu Son Gecem Diyorum. Vazgeç Yalan Dünyanın Köhne Saltanatından. Yeti$ir Bunca Keder Bunca Elem Diyorum. Bu Ne Bitmez Ayrılık, Bu Ne Bitmez özlem Diyorum

Yalnızlık Gecelerin, ümit Bekleyenlerin, Hayal çaresizlerin, Yağmur Sokakların, Tebessüm Dudakların, Sen Ise Yalnız Benimsin Birtanem

Akşamın Matem Rengine Büründüğü Saatte Gökyüzündeki Kandiller Tek, Tek Yanmaya Başladığında Içimde Sessiz Bir çığlık… özlemeyi özledim. özlemeye Değer Ne Kaldıysa

Kaybetme Korkusu Taa Içimdeyken, Bekle Diyorsun,döneceğim Bir Gün. Beden Beklemesine Bekliyor Ama Yürek Kan Ağlıyor Sensiz Geçen Hergün