Posts Tagged ‘kızılırmak’

Ömer Seyfettin Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

ömer seyfettin aşk şiirleri

Ömer Seyfettinin Şiirleri


Nişanlı

Korularda bülbüllerin rüyası,
Açılmayan güller ile süslenir;
Odasında yalnız kalan şu esir,
Şu genç kızın nedir acab hülyası?

Mavi ipek divanına uzanmış,
Yuvasında hasta yatan kuş gibi
Sessiz, sakin, hıçkırıyor… Sebebi
Söylenilmez, ne acıklı saklayış…

Korularda bülbüllerin rüyası,
Açılmayan güller ile süslenir;
Odasında yalnız kalan şu esir,
Şu genç kızın nedir acab hülyası?

Şu genç kızın bilinmeyen hülyası,
Belki şimdi oralarda çarpışan,
Oralarda can vererek şan alan
Bir isimsiz kahraman…

Yalnızlık

Güneş batmakta… Ovada gecenin
Gölgeleri büyür, büyür, sararır…
Ağaçlıklar, akan sular bir serin
Rüzgar ile dalgalanır, kararır.

Kuşlar ötmez, yuvalar boş, görünmez
Bir ışıltı uzaklarda; yazık ben
Öksüzüm şimdi bu yolda giderken.
Gök bile yıldızlarına bürünmez!

Eski izler, çirkin, korkunç lekeler
Kılavuzluk eder. Zavallı atım
Şüphelenir bu gidişten ve kişner…

Gece gelir, ıssızlık sanki solur
Ve ruhum uyur, uyanır, her adım
Atımın nal sadası ninni olur!..

Doğduğum Yer

Buralardan çok uzakta bir köydü!
Beyaz, billur bir derecik içinden,
Hıçkırırdı, sevinerek geçerken.
Kenarında vardı birçok söğüdü…

Ben işte bu söğütlerin susmayan
Gölgesinde büyümüştüm. Evimiz
Tenha idi; ne yabancı, ne bir iz…
Bahçemizdi yakındaki o orman.

Bir ses, “sevin!” derdi gülen rüzgarda,
Sevinçlere yoktu orda nihayet.
Sanılırdı bu ses gümüş dallarda

Görünmeyen bülbüllerin öğüdü!
Doğduğum yer, doğduğum yer… O cennet
Buralardan çok uzakta bir köydü!..

Kızılırmağa

Ah, ey Kızılırmak! Ağlıyor musun?
Dalgaların coşmuş, bilmiyor durmak,
Çöktü yüzbin ocak, anlıyor musun?
Ben geldim başına, isterim sormak:

Yüzlerce yıl evvel üstünden geçen
Türklerin başına nedir bu gelen?
Yasasız kalmışlar serserilikten
Kaçmak isterlerse yol verme, sen ak!

Ak, boğulsun kaçan, acıma ona.
İster misin yurda baykuşlar kona?
Geçmek lazım ise yok mudur Tuna?
Geriye bırakma, ak Kızılırmak!

ÖMER SEYFETTİN

Nereye?

Bir kahraman gördüm, gençti, güzeldi.
Atlamış maziden binlerce seddi,
Kır atıyla sanki canlı bir yeldi.
Sordum: “Nereye?” – “Ben giderim” dedi,
“Tarif olunamaz bir şana doğru…”

Güneş doğuyordu, maviden sisler,
Çiçekler açılmış, ötüyordu her
Dalda bir yavru kuş… “Aşk nuru yer yer”
“Tutuşurken böyle nereye sefer?”
Diye sordum, dedi: “Türkân’a doğru…”

“Yalnızsın yiğidim! Yolda kalırsın,
“Maksatların ölür, onulmaz yasın,
“Yol gösteren lazım, öne katılsın!”
Dedim. “Düşman varsa” dedi, “atılsın,
“Yolumun uğradığı Kur’ân’a doğru…”

“Uzak ufuklarda karlı dağlardan
“Aşarken sellerden, ormandan, yardan
“Yoldaş ister insan, değil Yaradan;
“Yalnızlık O’nundur…” dedim. “Dost yardan
Geçmez” dedi, “yolum yarâna doğru…”

Sürünce doğuya o kır atını,
Kılıçının çarptı taşlara kını,
Altun kıvılcımlar bu hoş akını
Gaybederken gördüm bu genç taşkını;
Dedi: “Uçuyorum Turan’a doğru!..”

Koşma

Ey Türk Genci! Aç gözünü azıcık
Etrafına bir dikkat et, gördüğün
Hayal değil, hakikattir, pek açık,
Pusu kurmuş herkes sana bak bu gün!..

Medeniyyet ateş, demir eliyle
Kan taşırtan, yuva yıkan seliyle
İlerliyor elektrik piliyle,
Yapılır mı uçurumda hiç düğün!

Artık uyan, keyif zamanı değildir,
İçtiklerin bade değil, hep zehir,
Kuvvetlenip Garb’i korkut ve sindir,
Galip gel de, sonra, Türk’üm de öğün!..