Posts Tagged ‘tabii’

Ömer Seyfettin Yeni Lisan Makalesi

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Ömer Seyfettin Yeni Lisan Makalesi
Ömer Seyfettin’in Yeni Lisan Makalesi

Ömer Seyfeddin, Yeni Lisan makalesinin, “Eski Lisan” başlığı altındaki ilk kısmında; Asya’dan garbe, Anadolu’ya hicret ettiğimizi, din ve edebiyatın bize Arabî, Fârisî öğrettiğini söyler. Yazara göre, hicretin ilk asırlarında Arabî’den ve Fârisî’den lisânımıza birçok kelimeler girmiştir. Edebiyat, sanat ve süsleme fikri Arabî ve Fârisî kaideler de getirmiştir. Türkçe böylelikle sun’î bir hal almış, fakat aslını, esâsı olan fiilleri ve sigaları da istiklâlini muhafaza etmiştir. Bu istiklâl Ömer Seyfeddin’e ve milli edebiyatçılara Türkçe’yi tekrar eski sâfiyet ve tabiiliğine ircâ etmek ümidini vermiştir.

Edebiyatımız iki devre ayrılır:

I- Şarka doğru: İran’a,

II- Garbe doğru: Fransa’ya.

Eski edebiyatın son mümessili Muallim Naci’dir. Ondan sonra, Akif Paşa’dan beri teşkiline başlanan Avrupa mektebi meydana çıkar.

Servet-i Fünuncular’dan Tevfik Fikret ve Cenab Şehabeddin, milliyetimize, hissimize, zevkimize muhâlif, fakat güzel şiirler, Fransız tarzı şiirler vücûda getirmişlerdir. Servet-i Fünuncular’dan hiçbirisi esaslı ve mühim bir yenilik göstermiş sayılamazlar. Onlarda öyle mısralara rastlanır ki, içinde hiç Türkçe kelime yoktur. Eski nazım şekillerini değiştirip, sonnet’leri almış ve bir salon edebiyatı vücûda getirmişlerdir.

Fecr-i Aticiler de Servet-i Fünûncuları tekrar etmişlerdir. Servet-i Fünuncular’dan tek ayrıldıkları nokta, onların en kullanılmayan kelimeleri kamuslardan bulmalarına mukabil, Fecr-i Ati mensuplarının bunu yapmamasıdır.

Fecr-i Aticiler gençtirler, zekidirler, vatanın ümidi onlardadır. Onlar çalışacak, okuyacak, tekamül edeceklerdir. Bizi milli bir edebiyattan mahrum bırakan eski ve sun’i lisanı terk edeceklerdir. Dünküleri taklid etmekten vazgeçtikleri gün hakiki bir fecir olacak, onların sayesinde yeni bir lisanla terennüm olunan milli bir edebiyat doğacaktır.

Ömer Seyfeddin’e göre, şimdi yeni bir hayata, bir intibak devresine giren Türkler’e tabii bir lisan, kendi lisanları lazımdır. Milli bir edebiyat vücûda getirmek için, önce milli dil gerekir. Eski lisan hastadır. Hastalıkları bilhassa içindeki yabancı kaidelerdedir.

Artık hareket zamanı gelmiş, hatta geçmiştir. Bize geniş, muntazam ve mazbut bir dil lazımdır. Türkçe dünyanın en mükemmel, sade ve tabii gramerine sahiptir. Onun içinden ecnebi kaideleri; Arabi ve Farisi terkipleri, edatları çıkarır ve şimdilik edebi ve fenni ıstılahlara dokunmazsak dilimiz, ileride bunları da Türkçeleştirmek şartıyla, milli ve mükemmel bir dil olabilir.

Yazıldığı tarihten bu yana Türk dili ve edebiyatı tarihi üzerinde yapılan araştırmalar dolayısıyla birçok noktaları tenkid edilebilir

durumda bulunan Yeni Lisan makalesinin bugün halâ doğru sayılabilecek diğer bölümleri de şunlardır:

“I. Arabi ve Farisi kaideleriyle yapılan bütün terkipler terk olunacak. Tekrar edelim: Fevkalâde, hıfzıssıhha, darbımesel, sevkitabii gibi klişe olmuş şeyler müstesnâ…

II. Türkçe cem edatından başka kat’iyyen ecnebi cem edatları kullanılmayacak: İhtimâlât, mekâtip, memurin, hastegân yazacak yerde ihtimaller, mektepler, memurlar, hastalar yazacaksınız. Tabii kâinat, inşaat, ahlâk, Müslüman gibi klişe hâline gelmişler müstesna…

III. Diğer Arabi ve Farisi edatları da atacaksınız! Eyâ, ecil, ez, men, an, ender, ba, beray, bi, na, ter, çi, çent, zi, âlâ, fi, gâh, gin, âza, veş, ver, nâk… gibi edatlar terkolunacak; ancak tekellüme girmiş tamamıyle Türkçeleşmiş olan, ama, şayet, şey, keşki, lâkin, nâşi, hemen, hem, henüz, yâni… gibileri kullanılacak. Unutmayalım ki, terkolunmasını arzu ettiğimiz bu edatlar kullanılsa bile terkip kâideleri gibi lisanın tekellümüne giren, “san’atkâr gibi kelimeleri serbestçe söyler ve yazabiliriz.

alıntı

şair nevzat bilgiç’in tanıtımı

Cuma, Haziran 22nd, 2012

MERİÇ KÖPRÜSÜ ” Edirne/Turkey

Meriç Köprüsü ‘ nün altindan,
gönül gözüyle egil, bak,
Neler akip gider, göreceksin,
o sularla birlikte.
Ne kadar güçlü ugras, verirsen ver,
akintiya inat,
Nice eski sevdalar, kayip gider,
kumlarla birlikte.

Nevzat Bilgiç

Memleket Şairi Nevzat Bilgiç’inTANITIM YAZISI

Sıla Benim, Gurbet Benim ‘ Memleketime Şiirler ‘ ve Onun Yazarı
Nevzat Bilgiç Hakkında

Yazan: Araştırmacı, Gazeteci, Yazar Nazif Karaçam

Şair büyük insandır. Özellikle Memleket Şairi ise, daha büyüktür.
Memleket Şairi olmak da kolay değildir.
Bu tür şairlerde öncelikle Yurt ve Ulus sevgisi, geçmişin değerlerine
bağlılık, Tarihe sevgi, Kahramanlara saygı başta gelir.
Bizim edebiyatımızda böyle bir kaç şair vardır. Behçet Kemal Çağlar,
Faruk Nafiz Çamlıbel, Mehmet Akif Ersoy ve tabii Yahya Kemal …
Bu şairlerde Yurt güzellemesi, Tarih ve Ecdat sevgisi ,fazlasıyla
dile gelmiştir. Ancak son yıllarda edebiyatımızda Memleketi terennüm
eden şair pek görünmez olmuştur. Nevzat Bilgiç “ Az görüldüğünü
söylediğim ” şairlerden biridir.
“ SILA BENİM, GURBET BENİM, MEMLEKETİME ŞİİRLER “ onun üçüncü
şiir kitabı olmaktadır. Daha önce
“ KIRKLARELİ ’ NE ŞİİRLER ”,
“ EDİRNE ’ YE ŞİİRLER ”
adlı kitapları çıkmış olan şairin şimdi
“ MEMLEKETİME ŞİİRLER ” kitapları ;
Nevzat Bilgiç ’ in hayatında yer alan , öncelikli yerlere yazdığı
şiirleri içermektedir.. Bundan sonra şairin
“ SAKARYA ’ YA ŞİİRLER ” i
de yazması gündemde olabilir.
Bildiğim kadarı ile Nevzat Bilgiç ; saygısı, bağlılığı ve
vefası olan insandır.
Şüphesiz Nevzat Bilgiç bu yerleri ezbere şiir konusu yapmıyor.
Çünkü yazdığı şiirlerde duygunun, coşkunun ötesinde bilgiler
ve betimlemeler (tasvir) var. Görev gereği, Yurdu tanımak istek ve
düşüncesiyle yöreleri gezip görmüş, fotoğraflamış ve sonrada oturup
şiirleri yazmıştır. Yani Nevzat Bilgiç ; şiir yazmak için
ilham Perisi ’ nin gelmesini beklememiş, duygulandıkça, düşündükçe
şiir yazmıştır. Bu nedenle , genelde Nevzat Bilgiç ’ in şiirleri
didaktiktir. Şiir onda öğrenmek, duygulanmak için bir araçtır.
O, düşünen şair olmaktan çok duygu, coşku, inanç ve bilinç, tarih
ve doğa şairidir. Tabii aynı zamanda bir Fotoğraf sanatçısı ’dır.
Yurdunun güzelliğini fotoğraflamak, şiirleştirmek ; şair
Nevzat Bilgiç ’ te adeta bir tutkudur.
Nevzat Bilgiç ’ in şiirlerinde Tarih ile Tarih sevgisi, Ulus ve
Atatürk sevgisi, geçmişin değerlerine bağlılık ve saygı, ondaki
Tarih Bilinci ’ nin bir yansımasıdır.
Kendisi Rumeli kökenli bir şairdir. Ataları Balkanlar ’dan
gelmiştir.Bu nedenle Nevzat Bilgiç ’ te, biraz Yahya Kemal havası
vardır.
Vatan şairi Namık Kemal tavrı vardır.
“ Ben gurbette değilim gurbet benim içimde ” deyişi vardır.

Yani kısaca şair ; çok yönlüdür. Karşılıksız Yurtsever ‘ dir,
Gıllıgışsız Atatürk sevdalısıdır.
Kısaca bir Türkiye ve Ulus milliyetçisi ‘ dir.
Onda Türklük; onur ve gurur kaynağıdır.
Irkçılığa dayanmayan bir insan sevgisi şairidir.
Nevzat Bilgiç daha ziyade, genç kuşaklar için şiir yazan bir şairdir.
Onları Ulusal değerlerde yetişmiş görmek idealidir.
Şiirlerinde tarih ve coğrafya bilgisini öne çıkaran şair,
coğrafyadan Vatan ‘ a bir yol olduğunu göstermeye çalışmaktadır.
Kırklareli ‘ li olup, Edirne ’ de yaşamak, Edirne ’ den Yurdu
düşünmek, Nevzat Bilgiç için bir MEMLEKET AÇILIMI ’ dır.
Şairin bu yüce ülkü ve emelini selâmlamak bize vazifedir.

“ Bu topraklardan şair Nevzat Bilgiç Geçti ”
demek bizim için tarihi bir tespit ve teyittir.

Nazif KARAÇAM
” Araştırmacı,Gazeteci,Yazar. . . “

Atatürk Şiirleri Can Yücel

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Can Yücel Atatürk Şiiri
Atatürk Şiirleri Can Yücel

Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Türk, öğün, çalış, güven! demiş a,
Şimdilerde çalışan parasız, pulsuz
Çalışıyor paralıya,
Güvenen varsa, parasına güveniyor,
Üstyanı, öğün babam öğün!
Dövün babam dövün!

Can YÜCEL

Hangi Atatürk?

Kimininki kalpaklı kiminki fraklı, kimi sert kimi güler yüzlü… Herkes kendine göre bir Atatürk portresi çiziyor. Peki bunların hangisi gerçek Atatürk?

Ben gözümle görmedim, anlattılar: Atatürk, Anadolu’nun direniş ruhunun nasıl örgütlendiğinden söz ederken ‘küçük kıvılcımlardan büyük yangınlar doğabileceğini’ söylemiş.
Sonra bu söz “Küçük kıvılcımlar, büyük yangınlar doğurur” diye pankart olup asılmış.
Nereye biliyor musunuz?
İtfaiyenin girişine…
Erbakan’dan Çelik’e kadar
Ne demek istediğimizi anlatmak için Atatürkçüler listesine şöyle bir göz atmak yeterli:
Adnan Hoca da Atatürkçü, Doğu Perinçek de…
Popçu Çelik de Atatürkçü, ‘ordu göreve’ pankartı açan gençler de…
Erbakan Başbakanken “En büyük Atatürkçü biziz” demişti; tabii onu hapseden Kenan Evren de…
Eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, partisinin başkanı Tansu Çiller’in yarımyüz fotoğrafını Atatürk’ünkiyle eşleştirecek kadar Atatürkçüydü…
Bu kadar farklı eğilimden insan, aynı liderden “Bizim önderimiz” diye söz ediyorsa bu işte bir yanlışlık olmalı.
O zaman da sormak gerekiyor:
Kaç farklı Atatürk var?
Ve hangisi gerçek Atatürk?

Bir liderden kaç farklı kimlik çıkar?
Devrimci Atatürk
Aslında ‘Kuvvacı Atatürk’ demek daha doğru…
Kuvvacılarınki, post bıyıklı, kalpaklı, antiemperyalist bir lider.
Daha 1960’larda Deniz Gezmiş, anti-Amerikan gençlik mücadelesine başlarken babasına şöyle yazıyordu:
“Sana müteşekkirim, çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni… Küçüklüğümden beri evde Kurtuluş savaşı anılarıyla büyüdüm. O zamandan beri yabancılardan nefret ettim. Biz Türkiye’nin ikinci kurtuluş savaşçılarıyız.” Bu antiemperyalist ve sivil direnişçi ruh, bugün de siyasal alanda pekçoklarına ilham veriyor.
“Ordu göreve” diyen Türk Solu dergisi, kalpaklı Mustafa Kemal kapağıyla çıkıyor.
Kemal Paşa’nın 1920’de bir komünist partisinin kurucusu olması, Lenin’e ‘ezilen milletleri emperyalizmin hegemonyasından kurtarmak için’ mektup yazması ‘Solcu Atatürk’çülerin dayanakları…
Onun Anadolu halkına hitaben yayınladığı bir beyanname elden ele geziyor:
“Müslüman kardeşlerim, komünist arkadaşlar…!
Büyük devletler yeni bir Müslüman kurbanını boğazlıyorlar. Onu yok etmek azmindedirler. Fakat biz, elde silahımız, anavatan topraklarını savunarak ve haklarımızı haykırarak ölmesini bilenlerdeniz. Köylülerimiz topraklarını, yurtlarını ve köylerini istilacıya karşı müdafaa ederken, şehit düşerken emin olabilirler ki, yakın bir zamanda bütün İslamiyet, komünizmle birlik olarak onların intikamını alacaktır.”

Ülkücü Atatürk
Ata’nın sağlığında yazılan tek biyografisinde H. C. Amstrong, ona ‘Bozkurt Atatürk’ ismini takmıştı.
Nazım Hikmet’in tabiriyle ‘sarışın bir kurda’ benziyordu.
MHP Kongresi’nde asılan bir afişte o Atatürk’ü, bıyıkları fırça darbeleriyle sarkıtılmış, sert bakışlı bir asker olarak tanımıştık.
Ülkücülerinki, “Komünizm gördüğü yerde ezilmelidir” dediği önesürülen, daha 1933’te Sovyetler’in ilerde dağılabileceğini görüp “Oralardaki dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimize sahip çıkmalıyız” diyen bir ‘başbuğ’…
Atatürk, 1927’de piyasaya çıkarılan 5 ve 10 liralık banknotların üzerine bozkurt resmi koydurmuştu.
1930’da tarihçilere ‘Türk tarihinin ana hatları’nı yazdırmaya başladığında, İslam’ın Türk tarihinin sadece bir bölümünü oluşturduğunu, oysa ondan önce de Türklere ait şanlı bir mazi bulunduğunu anlatmıştı. Alfabede, giyside, müzikte Osmanlı’yı çağrıştıran ne varsa silmeye çalışıyordu.
Yıllar önce Celal Bayar’ın damadı Ahmet İhsan Gürsoy’dan dinlediğim bir anıyı burada nakletmekte yarar var. Gürsoy’un anlattığına göre Atatürk, 30’lu yıllarda Türk bayrağını da değiştirmeyi düşünmüş. Çünkü ayyıldız simgesinin Osmanlı’yı ve Arap dünyasını çağrıştırdığına inanıyormuş. Türklere yeni bir ulusal kimlik kazandırmaya çalışırken, ona İslamiyet öncesi köklerini hatırlatan bir bayrağın yakışacağını hesaplamış ve Göktürk’lerin bayrağını düşünmüş.
O proje gerçek olsaydı, bugün Türk bayrağında ne olacaktı biliyor musunuz:
Mavi fon üzerinde yeşil bir kurt profili…

Kürtlerin Atatürk’ü
Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçtikten sonra Amasya’dan Kâzım (Karabekir) Paşa’ya çektiği telgrafta şöyle diyordu:
“Ben Kürtleri ve hatta bir özkardeş olarak tekmil milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu cihana göstermek karar ve azmindeyim.”
Bu kararla, Amasya protokolünde ‘Türklerin ve Kürtlerin oturdukları yerler’ diye adlandırılan ülke için milli mücadele başladı ve BMM kuruldu.
Meclis’teki ilk tartışmalardan biri Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey’in, “Türklerin sağlığı korunmalıdır” demesiyle patlamış, Sivas Mebusu Emir Paşa, bu vatanda sadece Türklerin yaşamadığını hatırlatmıştı. O aşamada, Mustafa Kemal Paşa devreye girmiş ve ‘Meclis’in sadece Türklerden değil, Çerkezlerden, Kürtlerden, Lazlardan oluştuğunu ve bunların çıkarlarının ortak olduğunu’ vurgulamıştı.
Kurtuluş Savaşı başlarken Kemal Paşa, Kürtlere özerklik verilmesinden bile söz etmişti.
Kürt sorunu yeniden gündeme geldiğinde, şahinler, Dersim isyanını sertlikle bastıran Atatürk’ü örnek alırken, güvercinler Mustafa Kemal’in 1920’lerdeki sözlerini arşivden çıkardılar.

Dindar Atatürk
Bitmek bilmez bir tartışma da Atatürk ve din meselesidir.
Timur Selçuk, Yaşar Nuri Öztürk gibi Atatürkçü müminler Kur’an’la Nutuk’u bir arada saklar kütüphanelerinde… Başuçlarında Ata’nın Meclis açılışında ellerini kaldırmış dua ettiği fotoğrafı asılıdır. Fotoğrafın altında da Ocak 1923’teki konuşması vardır.
“Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.”
Onlara göre ‘Atatürk dinin özüne değil, din olarak kabul edilen geleneğe ve eskimiş kurumlara karşı tavır almış’tır ve vahiy ile akıl arasında uzlaşmazlık görmemiştir.
Ateistler, buna bir başka Atatürk metniyle karşı çıkar.
Onların elindeki metin, 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açış konuşmasıdır: “Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı siyasetler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipler gökten indirildiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”

Demokrat Atatürk
Ve nihayet liberal-demokrat Atatürk…
Özellikle Cumhuriyet’le yaşıt İktisat Kongresi’nde uygulamaya konan ekonomi politikası ve Celal Bayar’ın Başbakanlığı döneminde hayata geçirilen uygulamalar, Atatürk’ü, İş Bankası’nın kuruluşuna imza atmış bir ‘liberal devlet adamı’ yönüyle öne çıkarır.
Hele İsmet Paşa’nın Başbakanlığında iki kez direkten dönen çok partili rejim arayışları onu ‘demokrat’ sıfatıyla bir arada değerlendirenlerin en inandırıcı kanıtıdır.
Her ne kadar Cumhuriyet tarihi boyunca demokrasiyi askıya alan tüm askeri müdahaleler, Atatürkçülük adına yapılsa da, Cumhuriyet’in asıl hedefinin demokrasi olduğuna inananlar, ‘muhtaç oldukları kanıt’ı, onun Afet İnan’a verdiği el yazısı notlarında bulabilirler:
“Artık bugün demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci asır, birçok müstebit hükümetlerin bu denizde boğulduğunu göstermiştir.”

Neden bu kargaşa?
Baştaki soruya dönelim: Hangisi doğru bunların? Her biri gerçek belgelere, tanıklıklara, konuşmalara dayandırılan bu politik kimliklerin hangisi gerçek Atatürk?
Bir insan aynı anda hem devrimci hem ülkücü, hem ‘Kürtler’in özerkliğinden yana’, hem Türkçü, hem dindar hem pozitivist, hem otoriter hem demokrat olamayacağına göre bu iddia sahiplerinden biri yalan söylüyor olmalı…
Hangisi?
Sanıyorum, bu zor sorunun yanıtını bulabilmek için 1920’lerin koşullarını ve Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet’in hangi şartlar altında gerçekleştirildiğini iyi bilmek gerek.
Kurtuluş Savaşı verilirken, Anadolu ahalisinin kahir çoğunluğu, nihai amacın Saltanat ve Hilafet’i korumak olduğunu düşünüyordu.
Kürtler’in bazısı özerklik peşindeydi.
Komünistler, Sovyet devrimine özeniyordu.
Bütün bu farklı eğilimlerden, ortak bir mücadele azmi yaratabilmenin yolu, hepsine yönelik sıcak mesajlar vermekten geçiyordu.
O yüzdendir ki, Meclis’in açılışında eller açıldı, dualar edildi, Kürtler’e özerklik vaat edildi, muvazaalı bir resmi komünist parti kurulup Sovyet etkisindeki komünist hareket yok edildi.
Ulus olma sürecinde din yerine tutkal olarak Türklük ruhu gerekiyordu; bozkurtlu bayrak düşünüldü.
Ancak bunlar 1920’lere özgü geçici tedbirlerdi; hiçbiri bugün Atatürkçülük adına savunulamayacak kimliklerdi.
O yüzden zaman zaman birbiriyle çelişen bu sözler, tavırlar, tutumlar kargaşasını, Atatürk’ün olgunluk dönemine ait notlarının, konuşmalarının, eylemlerinin süzgecinden geçirmek şart…
Bu yapılmayıp da 1920’lerin kargaşasından rastgele bir fotoğraf çekince Atatürk, herkesin kullanımına açık “Binbir surat”lı bir lidere dönüşüyor ve ‘bunca yalancı’ içinde kimin doğruyu söylediğini bulmak, hepten güçleşiyor.

Can Yücel

alıntı

14 Şubatta Ne Alınır

Perşembe, Haziran 21st, 2012

14 Şubatta Ne Hediye Edilir
sevgililer gününde Ne Alınır

14 Şubat Sevgililer Gününde Erkeklere Kadınlara Alınabilecek Hediye seçenekleri;

Erkeklere hediye beğendirmek genel olarak kolay görünür.Alınabilecek hediyeler arasında şık bir saat,kullandığı parfümü biliyorsanız parfüm, şık bir bluz kazak,mesleğine göre çok şık bir kutuda kalem de olabilir.Takım elbiseyi severek giyen bir erkeğin asla hayır diyemeyeceği kol düğmelerini unutmayalım.Şık bir kol düğmesi de zarif bir hediyedir.
Klasikleşmeye başlamışsa da, kupanın dışına fotograf koydurup, sıcak su koyunca ikinizin fotografı çıkması da bir öneridir.Eğer becerebiliyorsanız sevgilinize kendi ellerinizle sevdiği renklerden bir atkı örebilirsiniz.

Bayanlara hediye seçeneği çok gibi görünür.Fakat erkekler için zor bir süreçtir hediye alması.Çünkü kafasında acaba beğenir mi sorusu fink atar.Şöyle sıralayacak olursak;

Bayanların en büyük tutkusu takıdır,genel olarak.Şık bir kolye,küpe kendinize güveniyorsanız tek taş harika bir hediyedir.

Beraber gezmeye gittiğinizde gözüne takılan vitrinde beğendiği bir takıyı hediye olarak gören kadın kadar mutlusu olamaz heralde:) Tabii bu da erkeğin sevdiğine ne kadar değer verdiğini,sevgilisine ne kadar özen gösterdiğini gösterir.

Çikolata seven kadınlar için kalpli güzel bir kutu çikolata da güzel bir hediyedir.

Çalışan bir bayansa işyerine gönderilen çiçek de çok hoş bir hediyedir.

Son günlerde ihtiyaç duyduğu bir eksikten bahsediyorsa onu alıp hem ihtiyacını karşılamış hem de sevgilinize hediye vermiş olursunuz.

Ne tür giyindiğine dikkat ediyorsanız kıyafet de güzel olur.Eşarp seçeneğini de unutmamak lazım.

Sevgilinizi iyi analiz ettiyseniz karakterine uygun bir hediye mutlaka bulursunuz.

alıntı

Arthur Schopenhauer Aşk Sözleri

Pazartesi, Haziran 18th, 2012

Arthur Schopenhauer Aşk Sözleri

Tugbam sitesinde en güzel Arthur Schopenhauer Aşk Sözleri sizler için hazırlandı
. Buyurun Kısa Arthur Schopenhauer Aşk Sözleri
Arthur Schopenhauer özlü Sözleri
aşk sözleri Arthur Schopenhauer
Arthur Schopenhauer felsefi sözler

Aşık olan herkes sonunda zevke ulaştıktan sonra olağandışı bir düş kırıklığı yaşayacaktır; ve bu kadar büyük bir özlemle arzuladığı şeyin diğer cinsel tatminlerden daha fazla bir şeye neden olmadığını görüp şaşkına dönecek, böylece kendisini bu ilişkiden fazla yararlanmış olarak görmeyecektir.

Ne sevgiye ne de nefrete yol açmamak dünya bilgeliğinin yarısıdır: hiçbir şey söylememek ve hiçbir şeye ınanmamak da öteki yarısı.

Acı çekenler ile acı çektirenler aynıdır.

Yazgı kartları karıştırır, biz de oynarız.

İnsan tabii ki istediğini yapabilir, ama istediğini isteyemez.

Dikensiz gül yoktur ama gülsüz pek çok diken vardır.

Bu dünyada gerçekten bir kişiye ait olduğu iddia edilebilecek şeyler ancak o kişinin zihinsel faaliyetinin ürünleridir.

Yalnızlık bütün dahilerin kaderidir.

Akıl Dolu Sözler

Pazartesi, Haziran 18th, 2012

Akıl Dolu Sözler

Tugbam sitesinde en güzel Akıl Dolu Sözler sizler için hazırlandı
. Buyurun Kısa Akıl Dolu Sözler
Ünlü Düşünürlerden Sözler
Tarihe Geçen Akıl dolu Sözler

Napolyon savaşta İspanya’yı yenmiş.İspanya kralı siz ancak para ve mal için savaşırsınız biz ise namusumuz ve şerefimiz için savaşırız demiş…

Bunun üzerine Napolyon; -Evet insanın neyi eksikse onun için savaşır…

————–

Churchill avam kamarasında konuşurken muhalif partiden
bir kadın milletvekili Churchill’ e kızgın kızgın şöyle seslenir:
– “Eğer karınız olsaydım kahvenizin içine zehir karıştırırdım.”
Churchill oldukça sakin kadına döner ve lafı yapıştırır:
– “Hanımefendi eğer karım siz olsaydınız o kahveyi seve seve içerdim.”

————–

Sokrates ve eşi bir türlü iyi geçinemezlermiş. Bir gün eşi Sokrates’e verip
veriştirmiş ağzına geleni söylemiş. Bakmış kocası hiç bir tepki göstermiyor; bir kova suyu alıp başından aşağı boşaltmış.Sokratesgayet sakin:
– “Bu kadar gök gürültüsünden sonra bir sağanak zaten bekliyordum” demiş.

—————

Bernard Shaw ile Churchill hiç geçinemez ve sık sık birbirlerini iğnelermiş.
Bernard Shaw bir oyununun ilk gecesine Churchill’ i davet etmiş ve davetiyeye de bir pusula iliştirmiş:
– “Size iki kişilik davetiye gönderiyorum. Bir dostunuzu
alıp gelebilirsiniz. Tabii dostunuz varsa.” Churchill hemen cevap göndermiş:
– “Maalesef o gece başka bir yere söz verdiğim için oyununuzu
seyretmeye gelemeyeceğim. İkinci gece gelebilirim tabii oyununuz ikinci gece de oynarsa.”

—————

Bir gün Eflatun talebelerinden birini kumar oynarken yakalamış ve şiddetle
azarlamış. Talebesi: – “İyi ama ben çok az bir paraya oynuyordum” diye itiraz edecek olunca Eflatun cevap vermiş:
– “Ben seni kaybettiğin para için değil kaybettiğin zaman için azarlıyorum.”

—————-

Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi
olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin hor gördüğü filozofa:
– “Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem” der.
Diyojen kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir:
– “Ben çekilirim.”

—————

Meşhur bir filozofa: – “Servet ayaklarınızın altında olduğu halde neden bu kadar fakirsiniz?” diye sorulduğunda: – “Ona ulaşmak için eğilmek lazımda ondan” demiş.

—————-

Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü Galile’ ye hasımlarından biri: – “Efendim” demiş “Kulaklarınız bir insan için biraz büyük değil mi?”
Galile: – “Doğru” demiş “Benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mi?”

—————-

Bir toplantıda bir genç Mehmet Akif’ i küçük düşürmek ister: “Affedersiniz siz veteriner misiniz?” Mehmet Akif hiç istifini bozmadan şöyle yanıtlamış: – “Evet bir yeriniz mi ağrıyordu?”

—————-

Yavuz Sultan Selim birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir
sefer hazırlığında vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca Yavuz ona: – “Sen sır saklamayı bilir misin?” diye sormuş Vezir: – “Evet hünkarım bilirim” dediğinde Yavuz cevabi yapıştırmış: – “İyi ben de bilirim.”

—————

Abbasi Halifesi Me’mun İmam-ı Azam’ı Kûfe’ye kadı yapmak istiyordu. İmamı çağırdı ve bu niyetini açıkladı. İmam-ı Azam yönetimin yanlışlıklarına alet olmamak için bu teklifi kabul etmedi.
-Ben kadılık yapamam dedi.
Halife de herkes de kabul ederdi ki ondan iyi kadılık yapacak bulunamazdı. Bu nedenle Halife sert çıktı:
-Yalan söylüyorsun sen kadılık yaparsın!
İmam-ı Azam akıllıca bir cevap verdi:
-Eğer ben yalan söylüyorsam yalan söylediğim için kadılık yapamam çünkü yalancıdan kadı olmaz. Eğer “yapamam” dediğim zaman doğru söylüyorsam sözümün gereği olarak kadılık yapamam. O halde her iki halde de kadılık yapamam.