Posts Tagged ‘gözün’

İnsanın Evrendeki Yeri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

İnsanın Evrendeki Yeri nedir
İnsanın Evrendeki Yeri ve önemi

Bilinci itibariyle insanın, Evrendeki yeri ne? İnsan bilinciyle, evreni meydana getiren bilincin bağlantı noktası var mı, varsa ne şekilde?
Fizik bedenin yer ve zaman olarak evrende bir sınırı düşünülebilir. Oysa, bilinç için ne mekansal, ne de zamansal bir sınır tanıyamıyoruz. Yani, bilinç, fizik evrenle kayıtlı bir yapı değil! Bu demek ki, bilince göre evren, yani bilincin kendi evreni, gözün evreniyle, gözle algıladığımız maddelerden oluşmuş yapıyla sınırlı değil. O halde önce, evrenin gerçek yapısı hakkında düşünmemiz gerekiyor. Nedir, evren, gerçekte?

Hemen hatırlayalım. Aslında bizim, evren diye isimlendirdiğimiz nesnelerden ibaret olan şu içinde olduğumuz yapı, sadece 5 duyumuzun duyarlılık kapasitesine göre algılayabildiğimiz bir kesittir. Tüm bu nesneler ve tüm bu dünyamız, duyularımızın sınırları içerisinde kalan kesitsel yapıdır. Duyularımızın duyarlılık sınırları dışında kalan yapıdan ise habersiziz. Örneğin gözün algılayabildiği, gözün duyarlılık sınırları içerisinde kalan dalgaboyları, gerçekte varolan sayısız dalgaboyları içerisinde çok çok küçük bir kesittir. Öyle ki, gözün tespit edebildiği ve şu anda görmekte olduğumuz nesneler, aslında, evrende varolan sayısız dalgaboyları, sayısız imajlar içerisinde, çölde bir kum tanesi misali kadardır.

Oysa, 5 duyu verilerinden yola çıkmak suretiyle, bilimsel veriler ışığında evrenin gerçek yapısını düşüncemizle keşfetmeye başladığımızda, görüyoruz ki evren, gerçekte içinde boşluğu olmayan tümel bir enerji kütlesi. Orijinal yapıda öylesine bir bütünsellik var ki, gözünüze göre, sizinle, şu anda elinizdeki bu sayfalar (veya ekran) arasında bir boşluk var gibi görünse de, gerçekte böyle bir boşluk yok! Çünkü bu sayfalar da, ekran da, sizin bedeniniz de, aradaki hava da, sırf atomlardan oluşmaktadır ve atomsal düzeyde birbirleri arasında bir sınır, bir ayrılık yoktur…
Eğer daha da ileri giderek evrenin atomaltı yapısını düşünmeye çalışırsak, karşılaşacağımız sonuç, bölünüp, parçalanması sözkonusu olmayan, salt bir enerji kütlesi olacaktır…
Beş duyu evrenimizde algıladığımız kesitsel imajlardan yola çıkarak gördük ki, evrenin orijinal yapısı bütünsel bir enerji kütlesidir. O halde düşünelim: Varolan herşey, bu evrensel enerjiden oluştuğuna göre, içinde yaşadığımız kesitte de gözlenen düzen, bu evrensel enerji boyutunda yürürlükte olan bir düzendir. Yani, bu evrensel enerji de, aynı zamanda, varolan düzeni yürüten evrensel bilinç orjinlidir…
Evrenimizde varolan herşey, her an, her zerresinde Evrensel Bilincin hükümlerinin yürürlükte olduğu, enerjiden oluşmuştur…
İnsan bilincine gelince… Evren tümel bir enerji yapı olduğuna göre ve evrende hükmü yürümekte olan Tek bir bilinç varolduğuna göre, hiçbir insanın, hatta hiçbir nesnenin orijinal bilinci, bu evrensel bilinçten ayrı değildir. Dolayısıyla insandaki bilinç, orjini itibariyle Evrensel Bilinçle aynı özden meydana gelmiştir ve dahi O’dur.
Kendini tanımak gayesiyle varolmuş insana açılan ufuk burasıdır: Bilincini madde evrenin bağımlılıklarından soyut bir şekilde tanıyabilmek ve böylece kendini, zaman ve mekanla kayıtlı olmayan evrensel bilinç boyutunun değerleriyle bilmek. Çünkü, evreni meydana getiren O’na giden yegane yol, insanın kendi özünden geçmektedir…
Demek ki insan, evrendeki sayısız yıldızlardan biri çevresinde dönen bir kütlenin üzerinde yaşayan, bedenden ibaret madde yapılı bir varlık değil; gerçekte, Evreni meydana getiren BİLİNÇ ve GÜÇ’ün varlığıyla oluşmuş, tüm evrensel sırları kendinde bulabilecek kapasitede varolmuş bir bilinç yapıdır. Evren, bir galaksi veya bir insan bilinci aynı orijinlidir.
Madde boyutundaki yaşamın terkedilmesiyle, kaçınılmaz bir biçimde insan, kendisini bu orijinal bilinç boyutunun değerleriyle bulacaktır. Ancak bu boyutu ne şekilde değerlendirebileceği, dünya yaşamındayken kendini tanıyabilmesi ve hazırlayabilmesi ölçüsünde olabilecektir.
Bilinç, eğer kendi evreninin değerlerini ortaya koyabilirse, sınırsızlıkta her an yeni bir özelliğini gözlemleyerek kendi sonsuzluğunu yaşayabilecektir. İnsan için en büyük felaket ise, beş duyu verileriyle bloke olmuş bir bilinçle, kendisini aynada gördüğü bir bedenden ibaret sanarak dünya yaşamının sona ermesidir…
Sonsuzluğu yaşamak üzere varken, toplumsal şartlanmalar ve bedensel bağımlılıklardan kurtulamamış bir bilinçle, yaşamın sonluluğa mahkum olması ne acıdır. Eğer ifade etmek istediğimiz değer, zaman ve mekana bağlı olarak değişim göstermiyorsa, onun EVRENSEL oluşundan sözedebiliriz. Aksi halde, şartlanma ve bağımlılıklar blokajından kurtulamamış, bilinç boyutunun sınırsız değerleriyle yaşamaktan uzak bir haldeyken, bireysel, geçici dünya değerleri için “sonsuz,” veya “evrensel” gibi tanımlamaları kullanmakla, sadece kuru bir lakırdı etmiş oluruz…

alıntı

Gözlerin Mezopotamya

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Gözlerin Mezopotamya

Gözlerin gönül ülkesine akan iki ırmak
Bir gözün dicle,bir gözün fırat
Çorak gönüllere akıyor
Yüreklerde düğümlenerek
O en ulvi nidasıyla ya rab! ..
Akıyor kurumuş denizlere şattülarap
Gözlerin yeşilin her tonunda ırmak
Asırlar süren bir sevdanın bitmeyen sesi
Kesilmeyen bir akışın tarihi sorgusu
Her zerrede canlanan doğum sancısı
Ve gözlerin mezopotamya
Vadilerin en soylusu.
Gözlerin ölü yaşamlara can veren
Mümbit toprakların ülkesi
Donuk bakışlarda yeşeren fidanlık
Dört mevsimi tek mevsimde yaşayan
Bir aşkın öyküsü…
Gözlerin yüreklere akıyor
İki nehri birleştiren tek nehir gibi
Suyu çekilmiş gönüllere su verir gibi
Güneşi içen gözlerin…
Gözlerim gözlerine akıyor
İki kutsal ırmak arasında
Yeşilde yüzer gibi…
Gözlerin gönül ülkesine akan iki ırmak
Bir gözün dicle,bir gözün fırat
Ve gözlerin mezopotamya
Akıyor gönül denizlerine
Ya rab! ..
Akıyor çağıl çağıl şattülarap.

Ahmet TIĞLI

Her Şey Sende Gizli

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…

Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün

CAN YÜCEL

yolcu……..

Cuma, Haziran 22nd, 2012

ne kıt’a kaniyim ne de bolcuyum
hasrete isyankar aşka kolcuyum
ezelim malumdur ebedim meçhul
gönülden gönüle göçen yolcuyum….
.
ruhum şarkı söyler kalbimse şiir
aşk denen muamma yüzdüğüm nehir
beni dost bellemiş olduğun şehir
her gece kapından geçen yolcuyum….
.
maniadan yılmam düşmem gaflete
yolum gönlümdeysen varmaz gurbete
isminin geçtiği kutsal sohbete
oturup aşkından içen yolcuyum…
.
avcumda eritip bir tutam karı
gönlümde döndürdüm alevi narı
bunca sevda etti gönül tüccarı
seheri mehtaba satan yolcuyum….
.
vuslat çiçekleri geçmez yazımdan
rüzgar haset eyler esmez hızımdan
ehl-i efkar durur içmez sızımdan
sohbette gönüle batan yolcuyum…..
.
Ben aşkca söylerim yazarım aşkca
ya usul gelirim ya da hoyratça
gözlerin kapanıp düşe dalınca
o düşte olmaya yatan yolcuyum…
.

.
gözüm de gönlümde cihana kördür
bir gözün aç yeter, güneşi söndür
beni kuru çaydan nehire döndür
yol bulup dağlardan akan yolcuyum….
.
ya gökte yağmurum ya bahçende kar
hüznünde hazanım sevincin bahar
sokaklarda ışık söndüğünde yar
geceyi aşk ile yakan yolcuyum…..
.
ne gezdim ne gördüm bilmem bağdat’ı
ne denizde yüzdüm ne sürdüm atı
elinle sunduğun görünmez tahtı
kalp diye göğsüne takan yolcuyum…..
.
.
KeMaNcI…….!!!!