Posts Tagged ‘dört’

Sessiz Senfoni

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Sessiz Senfoni

Ellerin vardı, sıcak ve masum.
Ellerin, hayal gibi, düş gibi…
O zaman talihime yardı ellerin.
Beyaz bir gecede, iki kuş gibi,
Omzuma nasıl da konardı ellerin?..

Hangi rüzgarlarda şimdi kimbilir?
O değirmen altı, o zümrüt koru,
İlk dörtlü yoncayı bulduğumuz yer,
Ya o çapkın çapkın kestanecikler!…
Hani bir yerleri çimdiklenir hafifçe,
Kanardı ellerin!
Mendilimi sarardım üstüne,
Avcumda sahici bir hasta gibi
İncecik incecik yanardı ellerin!

Bazan kızar hırçınlaşırdı birden;
Ruhumu kaldırır, kaldırır boşlukta,
Oysa bilmez miyim atamazdı!
Geceler sonsuzdu, geceler derin;
Bir şeyler düşünür anlatamazdı
Kahrından kaskatı donardı ellerin!

İnsan, soyununca hissediyor,
Gittikçe katılaştığını yerin!..
Tanıdık bir film geçiyordu gozlerimden,
Gel gör ki, en güzel yerinde,
Ansızın kopardı ellerin!

Sonra, dört yabancı el,
Dört yorgun omuz,
Mezat kapısında bir kuşluk vakti,
Çekince ipini mesafelerin;
Ayak uçlarıma yığıldı sonsuz!..
Bir tünel gerindi sefil, kapkara!
Bir yokluk hıçkıra hıçkıra güldü!
Büyüdü göz çukurları kırık heykellerin!
Böyle bilmediğim uzak yollara,
Beni bırakmasa ne vardı ellerin!

Romanımız, ne kadar güzel başlamıştı,
Ve işte böyle sonu!..
Şimdi, ışıklar sığ,
Gölgeler derin…
Mor sarmaşıklarla örtük balkonu,
Kafur kokusundan, od ağacından,
Dört arşın geceye sardı ellerin…

Bekir Sıtkı Erdoğan

Gözlerin Mezopotamya

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Gözlerin Mezopotamya

Gözlerin gönül ülkesine akan iki ırmak
Bir gözün dicle,bir gözün fırat
Çorak gönüllere akıyor
Yüreklerde düğümlenerek
O en ulvi nidasıyla ya rab! ..
Akıyor kurumuş denizlere şattülarap
Gözlerin yeşilin her tonunda ırmak
Asırlar süren bir sevdanın bitmeyen sesi
Kesilmeyen bir akışın tarihi sorgusu
Her zerrede canlanan doğum sancısı
Ve gözlerin mezopotamya
Vadilerin en soylusu.
Gözlerin ölü yaşamlara can veren
Mümbit toprakların ülkesi
Donuk bakışlarda yeşeren fidanlık
Dört mevsimi tek mevsimde yaşayan
Bir aşkın öyküsü…
Gözlerin yüreklere akıyor
İki nehri birleştiren tek nehir gibi
Suyu çekilmiş gönüllere su verir gibi
Güneşi içen gözlerin…
Gözlerim gözlerine akıyor
İki kutsal ırmak arasında
Yeşilde yüzer gibi…
Gözlerin gönül ülkesine akan iki ırmak
Bir gözün dicle,bir gözün fırat
Ve gözlerin mezopotamya
Akıyor gönül denizlerine
Ya rab! ..
Akıyor çağıl çağıl şattülarap.

Ahmet TIĞLI

Atilla İlhan Emperyal Oteli

Cuma, Haziran 22nd, 2012

ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sımsıcak bir merhaba diyecektim
başımı usulca dizine koyacaktım
dört gün dört gece susacaktım
yağmur sönecekti yanacaktı
sameland seferden dönecekti
duvardaki saat duracaktı
kalbim kendiliğinden duracaktı
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
emperyal otelinde bu sonbahar
bu camların nokta nokta hüznü
bu bizim berheva olmuşluğumuz
bir nokta bir hat kalmışlığımız
bu rezil bu çarşamba günü
intihar etmiş kötümser yapraklar
öksürüklü aksırıklı bu takvim
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sesleri liman sislerinde boğulur
gemiler yorgun ve uykuludur
sabahtır saat beş buçuktur
sen kollarımın arasındasın
onlar gibi değilsin sen başkasın
bu senin gözlerin gibisi yoktur
adamın rüyasına rüyasına sokulur
aklının içinde siyah bir vapur
kıvranır insaf nedir bilmez
otelin penceresinde duracaktın
şehri karanlıkta görecektin
karanlıkta yağmuru görecektin
saçların ıslanacak ıslanacaktı
kış geceleri gibi uzun uzun
tek damla gözyaşı dökmeksizin
maria dolores ağlayacaktı
istanbul’u yağmur tutacaktı
bütün bir gün iş arayacaktım
sana bir türkü getirecektim
kulaklarımız çınlayacaktı
emperyal oteli’nin resmini çektim
akşam saçaklarından damlıyordu
kapısında durmanı söylemiştim
yüzün zambaklara benziyordu
cumhuriyet bahçesi’nde insanlar geziyordu
tepebaşı’ndaki küçük yahudiler
asmalımesçit’teki rum kemancı
böyle rüzgarsız kalmışlığımız
bu bizim çektiğimiz sancı
el ele tutuşmuş geziyordu
gazeteler cinayeti yazıyordu
haliç’e bir avuç kan dökülmüştü
emperyal oteli’nde üç gece kaldık
fazlasına paramız yetmiyordu
gözlerin gözlerimden gitmiyordu
dördüncü gece sokakta kaldık
karanlık bir türlü bitmiyordu
sirkeci garı’nda sabahladık
bilen bilmeyen bizi ayıpladı
halbuki kimlere kimlere başvurmadık
hiçbiri yüzümüze bakmıyordu
hiç kimse elimizden tutmuyordu
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun …. kanıma girdin ….. kabulümsün.

ATTİLA İLHAN

Öğretmenler Günü Şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Öğretmenler günü 2009, öğretmenler günü şiirleri 2009, öğretmenler günü şiirleri, 24 Kasım Öğretmenler günü, 24 kasım şiirleri

BEN BİR ÖĞRETMENİM

Ben bir öğretmenim

Okulların birinde

Duymayı, düşünmeyi öğretirim.

Derslerimde…

benim çocuklarım bu bahçelerde,

bu yağmur altında ıslanmadılar.

Bir yağmur sonrası gelin seyredin,

Her taraf tepeden tırnağa kadar,

Bulutsuz masmavi dünyalarına

Sevginin, sevincin güneşi doğar.

Böyle çocuklarla dolar her yanım,

Çocuklar kardeşim,

Çocuklar arkadaşım

Canım…

Onlarda toplanmıştır

Geçip geçen zamanım,

Bir parıltı görsem gözlerinde,

Bilgiden, anlayıştan yana,

Bir hal olur bana

Zannedersiniz ki

Dünyalar benim…

Çocuklar, kitaplar, yazı tahtası

Enine boyuna bütün zamanlar,

Dört duvar arası bir dershanede

Her dinden her dilden gelmiş insanlar

Bizimle konuşur hayal ederler,

Bağlanırız kalırız kendilerine

Hikaye anlatır, şiir söylerler,

Mutluluk üstüne, ümit üstüne…

M.Gündüz GÖKTÜRK

Ellerinden belli olur bir kadın…Mona Roza..

Cuma, Haziran 22nd, 2012

MONNA ROSA Mona roza siyah güler ak güller Geyve’nin gülleri beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona roza siyah güller ak güller Ulur aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa Mona roza bu gün bende bir hal …var Yağmur iğri iğri düşer toprağa Ulur aya karşı kirli çakallar Açma pencereni perdelerini çek Mona roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla mona roza benbir deliyim Açma pencereni perdelerini çek Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığına Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi Seni hatırlatır her zaman bana Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur Bir mumun ardında bekleyen rüzgar Işıksız ruhumu sallarda durur Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ellerin ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi Ellerinden belli olur bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin ve parmakların Zaman nede çabuk geçiyor mona Saat on ikidir söndü lambalar Uyuda turnalar gelsin rüyana Bakma göğe tuhaf tuhaf bu kadar Zaman nede çabuk geçiyor mona Akşamları gelir incir kuşları Konarlar bahçemin incirlerine Kiminin rengi ak kiminin sarı Ah beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları Ki ben mona roza bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar su kenarında Kırgın kırgın bakma yüzüme roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım uymaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söyler Kırgın kırgın bakma yüzüme roza Artık inan bana muhacir kızı Dinle ve kabul et itirafımı Bir garip bir soğuk bir mavi sızı Alev alev sardı her yanımı Artık inan bana muhacir kızı Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Meyveler sabırla olgunlaşırmış Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Altın bilezikler o kokulu ten Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne Bir tüy ki can verir bir gülümsesen Bir tüy ki kapalı geceye güne Altın bilezikler o kokulu ten Mona roza siyah güler ak güller Geyve’nin gülleri beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona roza siyah güller ak güller MONNA ROSA niçin yazıldı? Belki de mahşeri kalabalığa okunan bu şiirin hangi hislerle yazıldığını tahmin bile edemezsiniz? Bilinen gerçekleri arda, arda sıralamak sizleri aydınlatabilir. Dilenirse şairimiz hakkında kısaca bilgi vererek konuya girmek istiyorum. Şöyle ki; şiirimizin yazarı Sezai Karakoç ilk, ortaokulu ve liseyi Diyarbakır, Gaziantep, K.Maraş’ta tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal bilimler fakültesini kazanır. Ve gider, gider ama başına geleceklerden veya başına getireceği olaylardan habersizdir. Neden sonra başlar okula dersler devam ederken şairimim gönlünü kaptırır bir muhacir kızına ve işte bütün mesele başlar, başlar ki ne başlar. Sonu olmayan bir başlangıçtır. Kısa bir süreden sonra dayanamaz ve kendini o kıza açmaya karar verir. Uzun bir tasavvurdan sonra İstediği gibi yapar ve gönlünde biriktirdiği aşkı artık kaldıramaz olmuştur.teklifine ret cevabı alma riski yüksek olduğu halde bırakır kendini uçsuz bir ummana.istediği cevabı alamamıştır,bu samimi Anadolu çocuğu kırılmıştır işte o an. Lakin bu kırgınlık uzun sürmez (çünkü uzunu daha başlamamıştır.) azimle tekrar deneyecektir.lakin istediği gibi hiç olmayacaktır.Ve bu hep böyle sürer gider. Ta ki gelir ,gelir ve bir yerde tıkanır işte bu tıkandığı yer 4. sınıf olur.ama o samimi delikanlı hiç pes etmemiştir.tam dört yıl hep istemiştir onu ,kendinden. Ama istediği hiç olmamıştır.belkide bir gün olacaktır.! Artık okul bitmek üzeredir.tam dört yıl geçmiştir .Geçmiştir ,ya delmişte geçmiştir kimi sineleri. Mezuniyet merasimi düzenlenmektedir Ankara üniversitesinde öğrenciler 4 yılın yorgunluğunu ,bitirmenin sevinciyle bu merasimde birleştirecektir.lakin birleştiremeyenlerde vardır o mahşeri kalabalıkta onlar gerçekle yapışmış yüreklerini koyacaklardır ortaya. İşte burada Sezai Karakoç onların hepsine tercüman olacaktır o mükemmel ve emsalsiz sevgisiyle . Bu program da Sezai Karakoç yazdığı şiiriyle yerini almıştır.ve de işte o beklenen an gelir çatar. O yılların gerçekleri bir şamar gibi patlar ortada ve sesi yankılanır Ankara sokaklarında. Sezai Karakoç anons edilir. Yazdığı şiiri okumak üzere. Ankara siyasalın önü ana baba günü gibidir herkes ordadır bütün hocalar öğrenciler ve hatta misafirler lebalep dolup taşmıştır.merasim alanı.Sezai Karakoç şöyle bir kalabalığa bakar o buğulu gözlerle ,gönlünde yer alamadığı insanı aramaktadır mahşeri kalabalık içinde ve şiirini okumaya başlar. Mona roza siyah güler ak güller Geyve’nin gülleri beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah senin yüzünden kana batacak Mona roza siyah güller ak güller … Şiir bitene kadar kalabalıktan hiç ses gelmez olur, ta ki son kıtayı okuyana dek ve kalabalıkta müthiş bir uğultu patlar. Herkes bir birine bir şeyler sormaktadır ama sadece bilinen bir gerçek var ki herkes bu şiirden çok etkilenmiştir hele biri var ki gönlünde fırtınalar kopmuştur tam dört yıl sonra geçte olsa anlamıştır ve işte o uğultunun arasından bir kız öğrenci sıyrılır kürsüye yaklaşır dört yılı harabeden ve sonrasını da edecek olan kişidir O,O MUAZZEZ AKKAYA’ dır.Ağlayarak ve yalvarmalı bir sesiyle -ben seni kabul ediyorum der. Ama çok geçtir artık çünkü bu samimi genciz bu ağır aşka dayanacak takati kalmamıştır kürsüye dönerek -şimdi de ben kabul etmiyorum der ne derece yürekten gelerek söylediği tartışılır ama beklide bir intikamdır ,beklide ilk defa gururu aşkının önüne geçmiştir delikanlının Ve bir daha Muazzez Akaya’yı hiç kimse görmemiştir çünkü o ret cevabının ardında intihar etmiştir. ve karakoç da bu şiirin ikincisini yazar (YAZAR HALA HAYATTA VE BEKARDIR…) Ve Monna Rosa Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi. Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara: Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi. Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara, Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara… Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun. Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü; Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun. Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti: Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun, Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü… Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa; Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar. Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa, İçine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar. Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar. Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa. Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır Ve kediler her gece sürünür yastıklara. Denizleri bahtiyar eden günler kısalır; Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara, Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır. Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır. Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık! Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi. Sana da Monna Rosa, taş bebeği bıraktık. Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi. Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık; Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi… Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık! Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim; Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura. Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim, İtimat edeceğim şu belalı yağmura. Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim Asılmış bir adamın iki eli yağmura. Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim. Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye. Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni Katıvermek sessizce söylenen bir türküye. Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya, Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni. Sana tavuskuşunun içime girdiğini Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu, Bana da bir çift ak kanat kaldığını Son, en son söz olarak söylemek istiyorum. Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi. Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara: Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi. Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara, Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara… (1952, Kış, Yılbaşı Gecesi) Sezai Karakoç



Şiirlerle Türkiye

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Şiirlerle Türkiye
Türkiye Şiirleri


Türkiye

Her karış toprağın bir başka cevher
Vatanım vatanım canım Türkiyem
Dağların bir zümrüt, suyun bir güher
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Dörtbiryanda akarsuyun çağlıyor
Mevsiminde bulutların ağlıyor
Senden ayrılması yürek dağlıyor
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Bir tarafın kara, üç yanın deniz
Cennetten parçadır her bir beldemiz
Dört mevsim bulunur güneş, kum, deniz
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Binbirçeşit kuşu barındırırsın
Nice kirlileri arındırırsın
Bütün gönülleri yarındırırsın
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Etlerin lezzetli, avların semiz
Toprakların temiz, denizin temiz
Meyvelerin, sebzen leziz mi leziz
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Her suyun kenarı kavak, söğüttür
Kişileri insan yapan öğüttür
İnsanların çalışkandır, yiğittir
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Cami, kervansaray, örenin, hanın
Buram buram tarih kokar her yanın
Sığmaz kitaplara senin bir anın
Vatanım vatanım canım Türkiyem

ağacın ne güzel, dalın ne güzel
Bülbülün ne güzel, gülün ne güzel
Vadin, ovan, yaylan, yolun ne güzel
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Sayısız bitkiye bağrında yer var
Söyleme yadlara sende çok sır var
Uğruna adanmış milyonca ser var
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Kaplıcan var, dertlilere devadır
Hastalığa çare temiz havadır
Herbir dalın bin tür kuşa yuvadır
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Kışın hoş olursun, yazın başka hoş
Sözün başka hoştur, sazın başka hoş
Sevincin başka hoş, hüzün başka hoş
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Biz sana güvendik, sana inandık
Yıl, ay, gün,saat adını andık
Güneyinde limon, kuzeyde fındık
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Buğday yetiştirir İç Anadolu
Ağ gibi sarmıştır her yanı yolu
Sayısız tarifsiz güzellik dolu
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Yeşilden örtüdür otların senin
Dünyayı bağlıyor hatların senin
Limanların senin, yatların senin
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Yurttaşların güleç olur yüzleri
Şeker gibi tatlı, baldır sözleri
Çalışkandır erkeği ve kızları
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Güreş tutar, ata biner erlerin
Saymakla tükenmez bitki türlerin
Gezilesi, görülesi yerlerin
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Erkeklerin yiğit olur mert olur
Dosta yumşak, düşmanlara sert olur
Ter dökeriz dört bir yanın yurt olur
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Ozanın var, şiirini yazıyor
Yontucun var tarihini kazıyor
Seni mahzun görmek bizi üzüyor
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Pırıl pırıl aydınlansın yüzeyin
Birçok dertler çektin artık düze in
Hoştur doğu, batı, güney, kuzeyin
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Yarışın zamanla çağla yarışın
Ödenmez değerde her bir karışın
Dünyada sembolü sen ol barışın
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Suyun berrak, havan temiz, gün ışık
İnsanların modern birbirinden şık
Kin husumet yoktur herkes barışık
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Minarende hoş bülbüller ötüyor
Fabrikanda bacaların tütüyor
Avların var avcıların tutuyor
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Her günün bir başka neşe kaynağı
Her yolun sılaya hasret ırmağı
Sathının tamamı bir sır yumağı
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Kızları güzeldir ceylan bakışlı
Belleri incedir keklik sekişli
Giysileri binbir çeşit nakışlı
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Dağın ovan yiğit ile doludur
Senin bağrın kahramanlar yoludur
Meyven, sebzen, suyun oğul balıdır
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Envayi tür nebat verir toprağın
Her anda bir başka çağlar ırmağın
Dua ediyoruz boş kalmaz ağın
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Yazmak kifayetsiz hoş gelir göze
Bitmez ömür boyu bil geze geze
Birkere tatil yap gerek yok söze
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Huzur güven senin olma kaygılı
Orduların Peygamberden övgülü
İnsanların birbirine saygılı
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Yeleni hiçbir Türk doyamaz sana
Dünyada başka yer uyamaz sana
Düşmanlar ‘benimsin’ diyemez sana
Vatanım vatanım canım Türkiyem

Bayram Yelen

Hüzün ile ilgili şiir,Hüzünle ilgili şiirler

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Hüzün Şiirleri
Hüzün Konulu Şiirler
Hüzünlü Şiirler

Mor Hüzün

mor bir hüzün indi karakış akşamına
kendi alevlerinde üşüdü ateş çiçekleri

zangoçları yorgun çanları suskun uzak kulelerin
sisli sokak lambalarına asılan ışığım donuk
şehrin yalnızlığına gömülü çocuksu yüreğim

kar duvaklı çatılarda gri bulutlar gibi çoğalan
serçeler
ürkek ve telaşlı alıp başlarını nerelere gittiler

maziden topladığım çileli yollar
binlerce kez yaşanmış ömür kadar kaygan
ruhum kadar kırılgan dökülüyor gözlerimden

-tanıdık yangınları yoklayan sol yanım
kül olmayı da öğrenir elbet-

zaman girdabında boğulan bu kaçıncı düş
bu kaçıncı bahar
buz kırığı sularda titreyen salkım söğüt gölgesi
yoksa seni de mi dallarından vurdular

küf kokulu korunağında zehir biriktiriyor
geceye akrep
kurşun gibi hayal kırığı döküyor umuda
son mevsimde son tufan

ilk değil kutsal bağımdaki bu yağma
bu harami vurgun ilk değil
şimdi çok uzağındayım mutlu coğrafyanın
müzmin yarayım batık kentin kuytularında
gayrı dört yanım çalkantılı deniz
ah düşlerim
yok olmayı çok mu istediniz

HÜZÜN KOYDUN GÖZLERİME

Titrek bir pırıltı ile hüzün koydun gözlerime
Akmasın diye tuttuğum
Gözyaşlarımın coşkusudur
Dalgalanışıdır bu
Ve bu yüzümdeki gülümseyiş
Acı bir sitemdir
Sensizliğimdir
Giderken, hüzün bıraktın gözlerime
Bu dalıp dalıp gidişler
Yağmur bulutlarına el edişler
Ve bu çileler, kahredişler
Sensizliğimdendir
Kolay mı sanıyorsun
Sen
Sensizliği
Kolay mı sanıyorsun bunu
Getirirken o acı sonu
Hüzün doldurdun gözlerime ıslak ıslak
Bak
Alıp, giderken gözlerimden o güzel görüntünü
Paramparça ettin sol yanımda atan bütünü
Hüzün koydun gözlerime
Artık sana bakmıyor, seni göremiyorlar ya
Vah vah! Yazık bu kara gözlerime
Titrek bir ışıltı ile
Hüzün doldurdun
Hüzün koydun gözlerime sıcak sıcak
Ah! Gözlerime
Hüzün
Hüzün koydun…

ilköğretim haftası okul şiirleri

Cuma, Haziran 22nd, 2012

ilköğretim haftası okul şiiri,ilköğretim haftası okul şiirleri,ilköğretim haftası ile ilgili okul şiirleri,ilköğretim haftasıyla ilgili okul şiirleri

AH GÜZEL OKULUMUZ

Uzun sıcak yaz günleri

Sebzeleri, meyveleri

Oldurdu… uçtu yurduna

Karlı dağların ardına

Tam sekiz aylık bir yola

Biz de kavuştuk okula.

Hoş geldin solgun yüzlü güz

Şenlendi yine gönlümüz

Işık içinde yolumuz

Açıl güzel okulumuz!

Dört ay eğlendik, dinlendik;

Sonra kalkıp sana geldik.

Boş geçirdik sanma yazı

Köyde güttük koyun, kuzu

Kentte, bahçede çalıştık;

İşçiliğe de alıştık.

Biz işleyen demirleriz

Çalıştıkça ilerleriz.

M. Necati ÖNGAY

OKULA DÖNÜŞ

Gezdik, eğlendik, koştuk bütün yaz

Ah ne güzeldi dereler, dağlar,

Topladık, yedik vişne, dut, kiraz,

Ah ne şirindi bahçeler, bağlar,

Bugün uslandı dünkü yaramaz,

Artık sekiz ay çalış, oku , yaz.

Fazlası eder çocuğu haylaz,

Dört ay eğlence yeter bize,

Ne tatlı, ne hoş geçti bütün yaz,

Gidelim artık okulumuza.

Bugün uslandı dünkü yaramaz,

Artık sekiz ay çalış, oku , yaz.

Çocuğuz, ama biliriz ki yaz,

Saf hava, uyku, su , oyun demek

Böyle olursa hastalık olmaz,

Okul açıldı, başladı emek.

Bugün uslandı dünkü yaramaz,

Artık sekiz ay çalış, oku, yaz.

Aka GÜNDÜZ


OKUL YOLUNDA

Umutlar yürür

Okul yolunda.

Yarınlar büyür

Okul yolunda.

Kitap elimde

Okul dilimde

Düşüm düşüncem

Okul yolunda

Minik başıma

Birkaç yaşıma

Dünyalar sığar

Okul yolunda

Küçüktür yaşım

Büyüktür düşüm

Benim gülüşüm

Okul yolunda

Düşünemezdim

Konuşamazdım

Okuyup yazdım

Okul yolunda.

Yürürüm şimdi

Yarın koşarım

Tam olur yarım

Okul yolunda.

Şerif ERTUNA

Önemli olan sağlık

Cuma, Haziran 22nd, 2012

Mangal yaparken aniden Sinem’in ayağı takıldı ve düştü. Hemen Ambulans’a haber vermek istedilerse de Sinem buna karşı çıktı – kendisini iyi hissettiğini ve düşmesine sepeb olarak da ayakkabılarının yeni olduğunu gösterdi.

Biraz titrek ve solgun göründüğünden, arkadaşları üstünü başını temizlemeye yardımcı oldular ve önüne dolu bir tabak koydular, çünkü elindeki tabağı düşürmüştü. Sinem akşama kadar diğerleriyle birlikte eğlenmeye devam etti.

Eşi akşam olduğunda hepimizi arayıp Sinem’in hastaneye kaldırıldığını haber verdi.

Akşam saat 23:00’te Sinem vefat etmiş. Meğer Mangal yaparken Beyin Kanaması geçirmiş.

– Eğer herhangi biri bunun bir Beyin kanaması olduğunu anlasaydı Sinem bugün hayatta olurdu.

Bir Nöroloji Uzmanı şöyle der: Önemli olan Beyin kanaması teşhisini koymak ve 3 saat içerisinde bunu tedavi ettirmek, ki bu hiç de kolay değil.

Beyin kanaması olduğunu anlamak için aşağıdaki dört adımı uygulamak gerekir:

Beyin kanaması semptonlarını anlamak çok zor olabilir. Fakat bu konuda bilgisiz olup beyin kanaması geçiren kişiye müdahale edilmezse, beyini çok ciddi zararlar görebilir.

Doktorlar, artık herkesin aşağıdaki 4 adımı uygulamakla, bunu kolayca anlayabileceğini söylemektedir.

· Kişinin gülümsemesini istemek (eğer yapamazsa = Felç demektir)

· Kişinin çok basit bir cümle söylemesini istemek (“Bugün çok güzel bir gün”) gibi.

· Kişiden her iki kolunu birden kaldırmasını istemek.

· Kişiden dilini dışarı çıkartmasını istemek. Eğer yamulmuşsa bu da felç geçirdiğine işarettir.

Eğer kişi bu dört adımdan birini yerine getiremiyorsa – “lütfen” derhal acil Servise haber veriniz ve Doktora telefonda durumu izah ediniz.

Ünlü bir Kardiyolog – “Eğer bu açıklama 10 kişiye ulaşırsa, emin olun ki en az birkişinin hayatı kurtulur” demiş.